Doğum Sonrası Kadınlarda Beslenme


Doğum sonrasında annelerin aklına gelen soruların ilki, fazla kilolardan nasıl kurtulacaklarıdır. Ama lohusalık döneminde kilolarınızı dert edinmeyin. Emziren annelerin hem kendilerini hem de bebeklerinin sağlıklarını ön planda tutması gerektiğini söyleyen Amerikan Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Ayşe Korkmaz kadınlara doğum sonrası beslenme ile ilgili ipuçları veriyor. 

Aslında hamilelik döneminde uyguladığınız beslenme programıyla doğum sonrası beslenme planınız arasında pek fark yok. Süt kalitesinin iyi olması emzirme dönemindeki yeterli ve dengeli beslenme ile bağlantılıdır. Bu dönemde dikkat etmeniz gereken bazı hususlar var: 

• Öncelikle emzirmenin yoğun olduğu ilk 6 ayda kilo vermek için hiçbir zayıflama diyeti uygulamayın. 
• Özellikle yağlı yemekler yapmaktan kaçının. Daha çok ızgara veya buharda pişirme yöntemlerini kullanın.
• Emzirme döneminde zayıflama diyeti uygulamayınız. Ancak aşırı yağlı, unlu ve şekerli gıdaları çok fazla tüketmemeye çalışınız. 
• “Sütüm olacak” diye kilolarca tatlı yemenize gerek yok. Çünkü şeker ve şekerli besinler sütünüzü artırmaz. 
• Aspirin bile olsa, doktorunuza başvurmadan ilaç almamalısınız. Bunlar sütünüze geçebilir veya sütünüzün azalmasına neden olabilir. 
• Doğumdan sonra emzirme döneminiz içerisinde günlük 2,5-3 litre sıvı almaya özen gösteriniz. Hazır meyve suları ve asitli içecekler yerine, az şekerli komposto suyu ve taze sıkılmış meye sularını tercih ediniz. 
• Hamilelikle birlikte aldığınız fazla kilolardan kurtulmak için ayda 1-2 kilodan fazla vermemelisiniz. 
• Canınız tatlı yemek istediği zaman sütlü tatlıları tercih ediniz. Böylece hem kilo kontrolü açısından hem de kalsiyum alımı açısından iyi bir tercih yapmış olursunuz. 
• Şekerli gıdalarda şeker yerine pekmezi tercih ederek kansızlığa karşı önlem almış olacaksınız. 
• Bazı besinlerdeki gaz yapıcı öğeler sütünüze geçebilir bu da bebeğinizin rahatsız olmasına neden olabilir. Bu besinleri tüketirken dikkati olunuz. Bu besinler arasında; süt, yoğurt, karnıbahar, brokoli, lahana yer almaktadır. Yalnız unutulmamalıdır ki gaz yapacak besinler kişiden kişiye değişklik gösterebilmektedir. 
• Kansızlığa neden olabileceği için yemekler ile birlikte çay tüketmemeye dikkat ediniz. Yemek yedikten 1-2 saat sonra açık ve limonlu olarak tüketebilirisiniz. 
• Kaynaklarda tatlandırıcı kullanmanın bir sakıncası olmadığı söylense bile anne sütü verdiğiniz süre içerisinde tatlandırıcı ve tatlandırıcı ile yapılmış ürünlerden uzak durmaya özen gösteriniz. 
• Anne sütüne geçtiği için bebeği etkileyeceğinden emzirme döneminde alkol kullanımı sakıncalıdır. 

Hamileliğiniz sırasında “biz artık iki kişiyiz” mantığıyla aldığınız kilolar doğum sonrasında sizi iyice rahatsız etmeye başlar. Çünkü amacınıza ulaşmış; bebeğinizi dünyaya getirmişsinizdir. Geriye kalan fazla kilolarınızdan nasıl kurtulacağınızdır. Ancak doğum sonrasında (eğer emzirmenize bir mani yoksa) en az altı ay bebeğinizi emzireceğinizden beslenmenizdeki ayarlamaları bu koşula göre yapmalısınız. Ayrıca şunu da ilk madde olarak belirtmekte fayda var ki bebeğinizi emzirmek kilo vermenizi kolaylaştıran en etkili yöntemdir. 

Çünkü emzirme sırasında bazal metabolizma hızı denilen vücudun harcadığı enerji, normal dönemden daha fazladır. Bu nedenle, bu dönemde uygulanan sağlıklı bir beslenme programı ile hem kilo vermek kolaylaşıyor hem de bebeğinizi daha kaliteli sütle beslemiş oluyorsunuz. İlk maddesi emzirmek olan bu 11 maddelik listemiz ise beslenmenizdeki yeni düzenlemeler için size yol gösterici olabilir: 

1-Kalorilere dikkat! Şu anda her lokmanız bir zamanlar içinizde gelişmekte olan bebeğinizle paylaştığınız kadar önemli olmasa da, besin seçiminiz süt kaliteniz açısından önem taşımaktadır. Özellikle yeni bir anne olarak çok daha fazla enerjiye ihtiyacınız olacak. Bu nedenle eğer emziriyorsanız hamilelik öncesi ağırlığınızı korumak için almanız gereken kalori miktarına günde 400 ile 500 ekstra kalori eklemeniz gerekiyor. 

2-Proteinler; beslenmenin yapı taşları 
Hamileliğiniz boyunca aldığınız proteinler, yavrunuz henüz bir embriyo iken onu sağlıklı bir bebeğe dönüştürmek için gerekli olan hücrelerin meydana gelmesini sağlayacak oluşumda en büyük görevi üstlendi. Şimdi ise, yeterli ve dengeli bir beslenme uygulamak için proteinlere ihtiyacınız bulunmaktadır. Enerjinin %15’i proteinlerden gelmelidir. Et, tavuk, balık, yumurta ve kurubaklagiller proteinler zengin olan besinlerdir. Ayrıca bu besinler B grubu vitaminleri, demir ve çinko açısından da zengindir. 

3-Kalsiyum; gelecek için önemli 
Bu dönemde kalsiyum ihtiyacınızı tam anlamıyla karşılamak en çok dikkat etmeniz gereken konulardan biridir. Günlük beslenme içerisinde 3 porsiyon süt ve süt ürünleri tüketmek yeterli olacaktır. Kilo kontrolü açısından az yağlı olanları tercih edebilirsiniz. 

4-Doğal vitamin kaynakları sebze ve meyveler 
Meyve ve sebzelerde hayati önem taşıyan vitaminler ve mineraller bulunur. Her öğünde mutlaka sebzeve meyve tüketmeye çalışınız. Pişirme şekli vitamin ve mineral içerikleri üzerinde etkilidir. Bu nedenle sebzeler önce yıkanıp sonra mümkün olduğu kadar büyük parçalar şeklinde çiğden olacak şekilde pişirilmelidir. 

5-Demir açığınızı mutlaka telafi edin 
Vücuttaki demir eksikliği hamilelik döneminde birçok kadının karşısına çözülmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Bunun için hamilelikte demir ihtiyacına yönelik beslenmenin yanı sıra doktorun önerdiği şekilde dışarıdan demir takviyesi yapılıyor. 

Çünkü hamileliğin ikinci yarısında bebeğiniz, demir depolarını oluştururken sizin demir depolarınızdan yararlanır. Bu nedenle, doğum sonrasında da devam eden demir eksikliğinizi gidermek için öğünlerinizi demir yönünden zenginleştirmek için kırmızı et, pekmez, yumurta sarısı günlük beslenmeye eklenmelidir.Yiyeceklerle beraber alınan demirin vücutta kullanılmasını önemli ölçüde engelleyen çay tüketimini ise mümkün olduğunca azaltmalısınız. Ayrıca demir emilimini arttırmak için C vitamini içeren besinler ile tüketilmesi daha iyi olacaktır. Salata, taze sıkılmış meyve suları gibi. 

6-Folik asiti ihmal etmeyin 
Emzirme döneminde de tıpkı hamileliğinizde olduğu gibi folik asit yönünden zengin besinler tüketmelisiniz. Folik asit en fazla yapraklı yeşil sebzeler, karaciğer, böbrek, yumurta, kabuklu tahıllar, ceviz, badem, fındık, fıstık, mercimek, baklagiller ve taze sıkılmış portakal suyunda bulunuyor. Hamilelikte ve emzirme süresinde 400-800 mikrogram alınması gerekiyor. Bu miktarı besinlerle karşılamak zor olduğu için vitamin haplarıyla açığı kapatabilirsiniz. Ayrıca folik asit vücutta depolanamadığı için her gün almak gerekiyor. 

7-Yağlarlardan uzak durun 
Enerjinin %30’u bu gruptan sağlanmalıdır. Özellikle n-3, n-6 ve n-9 yağ asitleri örüntülerine dikkat edilmelidir. n-3 yağ asitleri deniz ürünleri özellikle yağlı balıklarda (somon, uskumru), soyayağı, kanola yağı, yumurta sarısı ve anne sütünde bulunmaktadır. n-6 yağ asiti; soyayağı, ayçiçek ve mısırözü yağında bulunmakta, n-9 yağ asiti ise fındık ve zeytinyağında bulunmaktadır. 

8-İyotlu tuz dostunuz 
Hamilelik dönemi vücudun iyot gereksiniminin arttığı bir dönem. Çünkü hamilelikte görülen iyot eksikliği düşük, ölü doğum ve bebek ölümlerinde artmaya neden olurken, bebeklerde zeka geriliğine, sağırlık ve cüceliğe neden oluyor. Emzirme döneminde iyotlu tuz kullanmak iyot ihtiyacını karşılamak için yeterli olacaktır. Tuzu kapalı ve ışık almayan yer saklayınız. 

9-Bol bol sıvı tüketin 
Doğumdan sonra emzirme döneminiz içerisinde günlük 2,5-3 litre sıvı almaya özen gösteriniz.Bu miktar sıvının tamamını su ile tamamlayabilirsiniz veya hazır meyve suları ve asitli içecekler yerine, az şekerli komposto suyu ve taze sıkılmış meyve sularını tercih ediniz. 

10-Vitamin takviyesi gerekebilir 
Emzirme dönemi içerisinde doktor tavsiyesi ile ek vitamin takviyesi alınabilir. Bu noktada sebze-meyvede bulunan doğal vitaminlerden daha fazla yararlanabilmek için ;meyve suları sıkıldıktan sonra yarım saat içinde tüketlimeli, salata yaparken mümkün olduğu kadar az bıçak ile işlem uygulanmasına dikkat edilebilir. Ayrıca salatanın limonu yemeden hemen önce sıkılmasına dikkat edilmelidir. 

11- Enerji için karbonhidrat tüketiniz 
Emzirme döneminde hamilelikte olduğu gibi günlük enerjinin %55-60’ını karbonhidratlardan sağlamanız gerekmektedir Burada dikkat edilecek nokta şeker gibi basit karbonhidrat yerine pilav, makarna, patates, ekmek gibi kompleks karbonhidratlar tercih edilmelidir. Kilo kontrolü sağlamak açısından iyi olacaktır. 

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Doğum Sonrası Kasınlarda Depresyon

Doğum yapan her on kadından biri depresyon geçiriyor. Üstelik doğum sonrası depresyon çok ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Öyle ki bu ruhsal sorunlar tedavi edilmediklerinde anneleri intihara kadar sürükleyebiliyor. 

Bir bebek doğar doğmaz hemen iki soru soruluyor: Birincisi "Sağlığı nasıl ?", ikincisi ise "Annenin sağlığı nasıl ?". Bu soru ile merak edilen sadece annenin fiziksel sağlığı.. İşte bu sebeple "iyi" dendiği an "Doğum Olayı" herkes için bitiyor. Oysa anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona eriyor ve belki de mutluluk kadar psikiyatrik bozukluklara da dönüşebilecek bir dönem başlıyor. Doğum sonrası "annelik hüznü" olarak da tanımlanan bazı duygusal değişimler yaşamak son derece normal ve neredeyse her annede görülüyor. Doğum sonrası depresyon ise doğumdan sonraki birkaç ay içinde oluşan ciddi bir depresyon türü. Acıbadem Hastanesi Psikiyatri Konsültanı Doç. Dr. Ece Orhon "Tedavi edilmediği takdirde kronikleşip seyri bir yıla kadar uzayabilen bir hastalık" olarak tanımladığı doğum sonrası depresyonla ilgili şunları söylüyor: "Gebelik süresince iki dişilik hormonu, estrogen ve progesteron miktarında çok yükselme olur. Bu nedenle çoğu kadın gebeliğin 2'ci ve 3'cü trimesterinde mutludur, kendini iyi hisseder. Doğumdan sonraki ilk 24 saatten itibaren bu hormonlar cok kısa zamanda gebelik öncesi seviyeye kadar düşerler. Her adet öncesi çoğu kadının hissettiği gerginlik, tedirginlik,üzüntü ve karamsarlığın bu iki hormon seviyesindeki çok küçük mikdardaki değişime bağlı olduğu bilinmektedir Bu açıdan bakıldığında doğum sonrasında çok kısa zamanda çok yüksek mikdarda düşen hormonların yarattığı dengesizliğin depresif hastalığa yol açabileceği kuramı akla yakın gelmektedir." Hızlı hormonal değişimin yanısıra doğum yorgunluğu, kan basıncında düşme, metabolik bozukluklar, beslenememe, uykusuzluk genel direnci kırmakta ve ruhsal yatkınlığı olan kadınlarda yalnız bırakılma, destek görememe gibi sosyal etkenlerin de katkısı ile hastalığın oluşabildiğini vurguluyor Doç. Dr. Ece Orhon. 

Depresyon Belirtileri 

Doğum sonrası depresyon geçiren anne kendini çok yalnız, yetersiz hissediyor, bebeğine bakamayacağına inanıyor giderek yoğunlaşan bu durum derin suçlanma duygusuna, nadir de olsa intihara dahi yol açabiliyor. Doç. Dr. Orhon depresyon belirtilerini şöyle sıralıyor: "Doğum ertesi depresyon belirtileri sinsi ve yavaş gelişir. Üzüntü, gerginlik, mutsuzluk, ağlama ve özellikle uykusuzluk öncü belirtilerdir. Hasta giderek her zaman yaptığı işleri yapamaz, sağlığı için çok endişelendiği bebeği ile ilgilenemez, bakımını yapamaz olur. Belirli bir sebep olmasa da hep kaygılıdır. Hastalık ilerledikçe değersizlik, umutsuzluk, suçlanma ve derin acı duyguları yerleşir. Tüm depresyonların ortak belirtisi olan suçlanma duygusu postpartum depresyonda çok daha derindir. Çünkü suçlanmanın odağı yeni doğurmuş olduğu kendi bebeğidir". 

Destek, Tedavide Önemli! 

Vakit kaybetmeden bir uzmana başvurulduğunda doğum sonrası depresyon kısa bir süre içinde tedavi edilebiliyor. Ancak geciken hastalarda tedavi süresi uzuyor. Doç. Dr. Orhon doğum sonrası depresyonun tedavisini şöyle açıklıyor: "Postpartum depresyon tedavisinde göz önünde tutulması gereken bazı prensipler vardır: İlki organik sebebin ekarte edilmesi, varsa tedavi edilmesidir. İkincisi belirtilerin erken fark edilmesi ve enerjik bir tedaviye hemen başlanmasıdır. Aksi halde hastalık kronikleşir veya tedaviye dirençli olur. Üçüncüsü postpartum hastalığın tabiatının değişkenliğidir. Tedavi de buna uygun olarak düzenlenmelidir. Çoğu antidepresanların etkisi iki, üç hafta sonra başlar. İlacın anne sütü ile bebeğe geçmesi ayrı bir problemdir. Kısa sürede etkili ve bebeğe sütle az geçen antidepresanların kullanılması gerekmektedir." Aslında tüm bunlara ilaveten en önemli olan şeyin anneye yakın çevresınden verilen destek olduğunu söylüyor Doç. Dr. Orhon. Yani kendisinin ve eşinin ailesi, akraba ve yakın arkadaşları kişiye anneliği öğretmeli, yeni sorumluluğuna geçişini ve anne kimliğini benimsemesini kolaylaştırmalı. 

Depresyondan korunmak için… 

- Bebek bekleyen anne adayı olarak annelikle birlikte değişecek olan sosyal ve yaşamsal koşulları düzenleyin. 

- Anneniz, diğer anneler, annelik yapmış yakınlarınız ve arkadaşlarınızla bebekler ve anneler hakkında bol bol konuşun, mümkünse bu alanda yazılmış kitaplar okuyun. 

- Doğum ertesi bebekle geçirilecek zamanı artırmak için çalışma programınızı yeniden organize edin. 

- Destek alabileceğiniz eş, ebeveyn, akraba ve arkadaşlara bu ihtiyacınızı içtenlikle belirtin. 

- Daha önceden geçirilmiş bir depresyon söz konusu ise veya hafif de olsa karamsarlık, hüzün, endişe gibi duygulara sahipseniz doktorunuz ile bu durumu paylaşın. 

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Kansızlığın Belirtileri

Kendinizi sürekli yorgun ve isteksiz mi hissediyorsunuz?
Kansızlık, özellikle kadınlarda ve çocuklarda görülüyor. Anemi aşırı uykuya sebep olur. Demir eksikliği veya kansızlık, tıp dilindeki terimiyle "anemi" çeşitli nedenleri olan bir hastalıktır. Hanımlar ve çocuklar arasında yetişkin erkeklere göre daha sık rastlanan kansızlık, tedavi edilmediğinde ruhsal hastalıklar dahil olmak üzere pek çok probleme sebep olabiliyor.
Dengeli bir beslenme ile kansızlık genelde önüne geçilebilen bir hastalıktır. Yemek seçme ve tek yönlü beslenme vb. mesela hamur işine ağırlık verme kansızlığa yol açabilmektedir. Anemi, yani kansızlık depresyona yol açan organik rahatsızlıklardandır. Bununla birlikte anemiden dolayı depresyonun ortaya çıkması durumunda anemi ile birlikte depresyonun da ilaç ve psikoterapi ile tedavi edilmesi gerekmektedir.
Aslında dengesiz beslenme sadece anemiye değil B vitamini kalsiyum, magnezyum eksikliği gibi farklı vitamin ve mineral eksikliklerine yol açar ki, bütün bu eksikliklerin benzer psikolojik etkileri vardır. Dengeli beslenme beden sağlığı kadar ruh sağlığının da korunması açısından ihmal edilmemeli. 
Kronik enfeksiyon hastalıkları, aşırı kan kaybına yol açan ciddi yaralanmalar, fazla kanamalı olan ameliyatlar, hanımlarda sık veya çok sayıda doğum, adet bozuklukları, tedavi edilmeyen sık burun kanamaları, tiroit bozuklukları da anemiye yol açabiliyor. Kalıtımsal bazı hastalıklar mesela "Akdeniz anemisi" de özel tedavi gerektiriyor. Anemi kan tahlilleri ile kolay tespit edilen bir rahatsızlık olmakla beraber gizli anemi şeklinde daha detaylı tahlilleri gerektiren türleri de vardır. Genelde solgun deri anemi belirtisidir. Fakat bu yanıltıcı olabilir. Solgun renkli derili olup kansızlık problemi olmayan kişiler olduğu gibi rengi solgun olmadığı halde anemi problemi olan kişiler de vardır. 
Kişinin hareketini kısıtlaması ve verimliliğini düşürmesi bakımından depresyon, panik atak gibi psikolojik rahatsızlıklardaki semptomlara son derecede benzer semptomları yani belirtileri olan anemi, organik rahatsızlıklara yol açtığı gibi psikolojik sonuçları da olan bir hastalıktır. 
Tedavi ihmal edilmemeli
Kansızlığın problemlere yol açtığı bilinmeyince tedavisi de ihmal edilebilmektedir. Anemiden şüphelenildiğinde dahiliye uzmanı bir hekime gidilip muayene ve önerilen tetkikler yaptırılmalıdır. Anemi tedavisinde önce kansızlığın nedeni tespit edilmeli ve buna göre tedavi yapılmalıdır. Tedavi süresine mutlaka uyulmalıdır. Mesela bir aylık tedavi süresinde ilaçların on beş gün kullanılıp bırakılması aneminin devam etmesine yol açar. 
Kansızlıktan dolayı hayatımızda ne gibi sorunlar ortaya çıkar? 
Anemiden dolayı ortaya çıkan bazı psikolojik problemleri ve hayatımızı negatif yönde etkileyen önemli bazı haller ve belirtiler şunlardır: 
Kendinizi sürekli yorgun hissedersiniz 
Anemi hastası, halsizlikten dolayı az hareket etmek isteyebilir. Bu problem bilhassa ev hanımlarında çevreleri tarafından anlaşılmamaya yol açmaktadır. Hareketlerde yavaşlık ve sürekli yorgunluk hissi depresyona benzemektedir. 
Çarpıntı ve sol kola vuran ağrı yapar 
Anemi, sol kola vuran ağrı ve çarpıntı, hava açlığı, sıkıntı gibi şikayetlere de yol açıyor. Bu da kişinin kalple ilgili bir problemi olduğunu düşünmesine ve paniğe kapılmasına sebep olabilir. Çok uzun süren ve tedavi edilmeyen kansızlık kalp yetmezliği gibi hastalıklara da yol açabiliyor. 
Uykuya düşkünlüğünüz artar 
Aneminin sebep olduğu yorgunluk ve halsizlik uykuya düşkünlük yapabilir ve uyku bozukluklarına yol açabilir. Günlük düzenin bozulması başka problemleri de beraberinde getirir. Bu da depresyon belirtilerindendir. 
Öğrencilerin ders başarısı düşer
Demir eksikliği özellikle öğrencilerde ders çalışamama ve dolayısıyla ders başarısının düşmesine yol açabilir. Ailenin bu durumu fark etmemesi veya önemini bilmemesinden dolayı çocukla veya gençle ilişkileri bozulabilir. Ders başarısızlığı güven sorununa yol açarak başka psikolojik problemleri tetikleyen sebepler arasındadır. 
İş verimliliğiniz düşer 
İleri derecedeki anemi, çalışanlarda zihinsel fonksiyonların azalmasına bağlı olarak iş başarısının düşmesine sebep olur. Yorgunluk, halsizlik veya isteksizlik iş hayatında çok gerekli olan atılımcılık ve girişimcilik gibi özelliklerin de azalmasına yol açar. 
Sosyal ilişkileriniz bozulur 
İleri derecede kansızlık, kişinin isteksiz ve yorgun olmasından dolayı sosyal ilişkilerden uzaklaşmasına yol açabilmektedir. Bilindiği gibi sosyal ilişkiler bir miktar güç ve çaba gerektirir. Misafir çağırmak veya bir yere gitmek için kendinde yeterli gücü hissetmeyen kişi bu tip faaliyetlerden uzak durur. Bu davranışı çevresindekiler tarafından anlayışla karşılanmayınca gerginliğe neden olabilir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Demir Yetersizliğinin Sebepleri

Demir Yetersizliğine Bağlı Kansızlık
Kansızlık, çocukluk çağında sık görülen hastalıklardandır. Çocuğun fiziksel ve
psikolojik gelişimini, okul başarısını olumsuz yönde etkiler. Sıklıkla beslenme
yetersizliği ve yanlış beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak gelişir. Kansızlık,
kandaki hemoglobin miktarının azalması olarak tanımlanabilir. Hemoglobin
ise besinlerle aldığımız demir ve proteinlerin birleşmesinden meydana gelen
ve kandaki oksijeni dokulara taşıyan bir maddedir. Bu nedenle yeterli ve
dengeli beslenmeyen, demirden zengin gıdaları almayan çocuklarda kansızlık
sık görülür. Bu kansızlık çeşidine “demir yetersizliğine bağlı kansızlık” denir.
Kansızlık Belirtileri
• Göz kapaklarının içi, avuç içi, ayak tabanı ve dudaklarda solukluk,
• Yorgunluk, hâlsizlik, huzursuzluk,
• Baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması,
• İştahsızlık, kilo alamama, kilo kaybı,
• Çarpıntı, nefes darlığı,
• Kil ve toprak yeme,
• Büyüme ve gelişme geriliği,
• Dil gelişiminde bozukluk,
• Okul başarısızlığı,
• Dikkat eksikliği, huysuzluk,
• Enfeksiyonlara karşı dirençte azalma.



Raşitizm
Çocukluk çağında sık görülen hastalıklardan biri olan Raşitizm, D vitamini
yetersizliği sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. D vitamini, kemik dokusuna
kalsiyumun birikmesini ve kemiklerin güçlü, sağlam olmasını sağlayan bir
maddedir. Çocuğun kanında kalsiyum yeterli olsa bile D vitamini yetersizse
kalsiyum bağırsaklardan emilmez. İnsan derisi güneş ışığının etkisi ile D
vitamini yapar. Eğer güneş ışığı deriye değmiyorsa D vitamini yapılamaz.
Hastalık süt çocuğu çağında başlar ve tedavi edilmezse 2-3 yaşlarında
kendiliğinden kemiklerde şekil bozuklukları bırakır. Bu hastalık kemik
büyümesinin hızlı olduğu ergenlik döneminde de görülebilir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Reflü Hastalığı Nedir? Reflü Hastalığının Tedavisi


Reflü nedir?

Halk arasında Mide Reflüsü olarak bilinen Gastro Özofageal Reflü hastalığı mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Reflü, asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun asitten kendini koruma özelliğinin yok olmasından kaynaklanır. Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülmektedir.


Sağlıklı bir mide Fıtıklaşmış bir mide 

Mide içeriği midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeniyle belirgin derecede asittir. Eğer onikiparmak barsağından mideye doğru safra geri akımı varsa mideden yukarı çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur. Reflü hastalığı, asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve/veya safralı mide içeriğinden koruyamaması nedeniyle oluşur.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen özellik bu mekanizmanın gevşekliğidir. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birlikte yaşanır. Mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna çıkmasını engelleyen iki mekanizma vardır.

Reflü Tanısı

Reflü tanısında kullanılan çok sayıda yöntem var.Bunlardan gastroskopi , pHmetri , ve manometri kronik reflüsü olan yada özellikle laparoskopik cerrahi tasarlanan hemen her hastada hazırlık aşamasında mutlaka yapılırken bazı yöntemler akademik araştırmalar için kullanılıyor.

Gastroskopi
Ösofagogastroduodenoskopi olarak da adlandırılan bu yöntem fiberoptik bir endoskop ile yemek borusu, mide ve onikiparmak barsağının ilk bölümünün incelenmesi anlamına geliyor.İşlem sonunda yemek borusundaki yangı evresi (tahriş), mide kapağı düzeneğinin yapısı , işlevi, mide fıtığı olup olmadığı, varsa kaç santim olduğu,midede gastrit ,ülser gibi başka sorunlar olup olmadığı,mide çıkışında ki düzeneğin (pilor) yapısı ve onikiparmak barsağında yangı yada ülser olup olmadığı sorularına yanıt bulunuyor.Gereğinde yemek borusunda ki yangı bölgesinden parça örneklemesi (biopsi) alınarak endoskopik olarak saptanan yangı düzeyi patolojik olarak belgeleniyor.Midede H.Pylorii mikrobu varlığına bakılıyor.Eğer incelenen mide barsak sistemi bölümlerinin herhangi birinde patolojik bir bulgu olursa parça alınıp inceleniyor.

İşlem yaklaşık 5 dakika sürüyor ve bilinçli rahatlatma denilen bir yöntemle uygulanıyor, böylece hasta işlem sırasında hiç bir şey duymuyor ve hatırlamıyor.Sonrasında rahatlatma amaçlı yapılan ilacı geri çeviren bir ilaç uygulanıyor ve hasta 30 dk dinlendiriliyor.

Reflü araştırmasında her hastada önerdiğimiz bir araştırmadır.

pHmetri
Bu yöntemde burundan yemek borusu içine yaklaşık 1 mm genişlikte ince bir kateter yerleştiriliyor ve 24 saat boyunca hasta olağan bir günde yaptıklarına devam ediyor. Kateterde ki 2 algılayıcı yoluyla sürekli kayıt yapılıyor.Biri mide kapak mekanizmasının 5 cm diğeri ise yaklaşık 10 cm üstündeki bu iki algılayıcı yolu ile ölçüm süresince mideden yemek borusu içerisine kaç kez asit kaçışı olduğu, bu asit kaçışlarının ne kadar süre ile pH değerini 4 ün altına indirdiği gibi birçok ölçüm yapılıyor ve belgeleniyor.Ölçüm sırasında belgelenen 6 değişken bir araya getirilerek bu testi geliştiren cerrah olan kişinin adı ile anılan DeMeester değerini veriyor.Böylece kişinin hastalık derecesinde reflüsü olup olmadığı en nesnel (objektif) biçimde belgeleniyor.

Manometri
Manometri işleminde yemek borusu içine yerleştirilen bir kateter aracılığı ile yemek borusunun peristaltik hareket denilen ileri doğru itme (dalga) hareketinin gücü ve düzeni ile ilintili ölçüm yapılıyor .Mide kapak mekanizmasının kasılma ve dinlenme sırasında ki basınçları ölçülüyor .Reflü oluşumunda en önemli nedenlerden biri olan kendiliğinden mide kapağı gevşemeleri olup olmadığı araştırılıyor.Yemek borusunun kendine ait hareket bozuklukları olup olmadığı ortaya konuyor.

Yemek borusunun manometrik incelenmesi son derece değerli bilgiler sağlıyor.Bu bilgiler ışığında ilaç sağaltımı tasarlanan hastalarda yemek borusu hareketini destekleyici ilaçlara gerek olup olmadığı saptanıyor.Eğer cerrahi onarım yapılacaksa da bu bilgiler ışığında onarım hastaya özel tasarlanabiliyor.

Baryumlu grafi
Röntgen ışınını yansıtan bir çözeltinin yutulması sırasında yapılan bu inceleme ile bu çözeltinin yemek borusundan geçiş şekli ve hızı, mide kapak düzeneğinin açılımı , mideden ve onikiparmak barsağından geçişi sırasındaki görüntüler inceleniyor.Hasta röntgen çekilirken ters çevrilerek çözeltinin yemek borusuna geri kaçıp kaçmadığı gözlemleniyor.Gastroskopinin yaygın kullanımda olmadığı dönemlerde çok kullanılan bu yöntem dolaylı (indirekt) bir inceleme olduğundan günümüzde çok daha az kullanılmaktadır.

Empedans pHmetri
Empedan pHmetri iki nokta arasında ki iletkenliğin buradan geçen madde tarafından değiştirilmesi temeline dayanan bir incelemedir.Klasik pHmetri yalnız asit reflüsünü belirleyebilirken, empedans pHmetri asit ,alkali(safra ve pankreas sıvısı) ve/veya gaz/buhar reflüsünü de belirler.Özellikle ilaç sağaltımından yarar görmeyen karışık tipte reflüsü olan hastalarda değerli bir yöntemdir.Henüz yaygın kullanımda değil.

Empedans Manometri
Empedans pHmetri ile aynı temelde çalışır.Yaygın kullanımda olmamakla birlikte özellikle operasyon sonrası yutma güçlüğü olan hastalarda kullanımı anlamlıdır.

Antroduodenal Manometri
Mide çıkışında kapak görevi gören pilor olarak adlandırılan bölgenin basıncını ve kasılma rahatlama düzenini ölçen bir yöntemdir.Akademik araştırmalarda kullanılır

Mide Boşalım Sintigrafisi
Mide boşalım güçlüğünü belgelemek ve araştırmak için kullanılır.Özel bir çözelti içirilen hastanın çeşitli zamanlarda görüntüleri alınarak bu çözeltinin hangi sıklıkta ve hızda onikiparmak barsağına geçtiği belgelenir.

Reflü Tedavisi 

Reflü tedavisinde 4 yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemler Reflü'nün şiddetine ve ilerlemesine göre doktorunuz tarafından belirlenmelidir. Yaşam tarzı değişiklikleri, ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi ve endoskopik tedavi tip ve evrelerine göre hastalığın iyileştirilmesini sağlayan yöntemlerdir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Erken Doğum Riskine Karşı Önlem



Erken doğum riski
Sağlıklı bir çocuk dünyaya getirmek bütün çiftlerin hayalidir. Ancak bazen elde olmayan bazı gelişmeler yaşanabilir. Beklenmedik bir zamanda bebeğinizin erken dünyaya gelmesi gibi. Buradan anne-babalara sesleniyoruz. Hemen endişelenmeyin ve paniğe kapılmayın... Çünkü bebeğiniz için yapılabilecek birçok şey var.

Erken doğum, gebeliğin 37nci haftasından önce gerçekleşen doğuma denir. Günümüzde, bebeklerin yaklaşık yüzde 9u erken doğmaktadır ve yenidoğan ölümlerinin yüzde 83ü 37nci haftadan önce doğan bebeklerde görülmektedir. Bu nedenle, erken doğan bebeklerin (prematüre) tedavi edilmesinde yenidoğan yoğun bakım üniteleri yaşamsal bir önem taşımaktadır.

Erken doğum önemlidir

Miadında gebelik 37nci gebelik haftasını tamamlamış gebeliktir. Bu nedenle "erken doğum" (miad öncesi doğum), 37nci haftadan önce gerçekleşen doğuma denir. Erken doğum eylemi doğum hekimliğinin başlıca sorunudur. Yılda 300 bini aşkın çocuğun yaşama şansını ve sağlığını etkilemektedir. Günümüzde, bebeklerin yaklaşık yüzde 9u erken doğmaktadır. Yenidoğan ölümlerinin yüzde 83ü 37nci haftadan önce doğan bebeklerde görülmektedir. Erken gebelik haftasında yüksek olan yenidoğan ölüm hızı gebelik haftası ilerledikçe önemli oranda azalır.

Birden fazla sebebi vardır

Doğum ağrılarını vakitsiz başlatan nedenlerin arkasında, gebeliği miada kadar koruyan güvenlik mekanizmasının yetersizliği yatmaktadır. Genellikle erken doğum eyleminin birden fazla sebebi olduğu ve birden fazla mekanizma ile başladığı kabul edilmektedir. Bunlardan bebeğe ait nedenler arasında en başta gelenler; melformasyonlar, çoğul gebelik, bebeğin eşinin erken ayrılması, suyunun fazlalığı veya azlığı vardır. Anneye ait nedenler ise; 17 yaş altında 34 yaş üzerinde olma, aşırı boy kısalığı, boya göre aşırı kilolu olma, enfeksiyonlar, gebelikteki kanamalar, rahim anomalileri, düşükler, sık aralıklı doğumlar, gebelikte tansiyon yükselmesi, annenin akciğer, kalp, böbrek, karaciğer hastalıkları, kansızlık, beslenme yetersizliği, sigara ve alkol içimi, ruhsal bunalımlar, sosyal koşullar ve ağır iş koşullarıdır.

Erken başlayan belirtilerden şüphelenin

Miadından önce rahimde kasılma şeklinde sertleşme veya sancı ifade eden her gebede erken doğum eyleminden şüphe edilmelidir. Ayrıca bel, sırt ağrısı, kasık ağrısı, uyluğa varan ağrı, akıntıda değişiklik, lekelenme ve ishal şikayetleri de erken doğum ihtimalini akla getirmelidir.

Erken doğumu erken teşhisle önleyin

Erken doğumun önlenmesinde yüksek riskli gebelerin erken tanısı ön plandadır. Bu nedenle günümüzde konunun uzmanları tarafından çeşitli sistemler kullanılmaktadır. Erken doğum olaylarına yaklaşımda amaç geri dönüşümsüz safhaya gelmeden erken eylem tanısının doğru olarak konmasıdır. Ancak bu her zaman mümkün olamamakta, gebelerin bu konuda yeterince bilgi sahibi olmadıkları deneyimlerle görülmektedir. Yapılan araştırmalarda gebelerin üçte birinin erken doğum eylemi belirtilerini tanımadıklarını, yarısının ise ikiz gebelik ve daha önce erken doğum yapmış olmanın risk arttırıcı faktör olduğunu bilmedikleri görülmüştür. Son yıllarda çeşitli araştırmacılar tarafından erken doğumu önleme programları geliştirilmiştir. Bu programlar, erken doğum eyleminin uyarıcı belirti ve bulguları konusunda hastanın eğitilmesi esasına dayanmaktadır. Programın temel özellikleri kansızlık, enfeksiyon gibi erken doğuma hazırlayıcı faktörlerin düzeltilmesi, gebelere erken doğum belirtilerinin tanıtılması, bunların nasıl saptanacağının öğretilmesi hastanın herhangi bir sorun anında ilgili sağlık personeli ile temas kurabilme imkanına kavuşması ve düzenli muayenelerle kontrolüne dayanır.

Tedavi anneye ve bebeğe yönelik olmalıdır

Başlangıçta yatak istirahatı, annenin sıvı alımının arttırılması ve sedosyonu en sık kullanılan tedavi şeklidir. Takiben rahim kasılmalarının durdurulması amacıyla çeşitli tedavi yöntemleri, erken doğum eylemine neden olan enfeksiyonların tedavisi için antibiyotik uygulaması ve bebeğin akciğer olgunlaşmasını sağlayıcı ilaçlar uzman hekim tarafından uygulanır.

Erken doğan bebekler yüksek risk altındadır

Erken doğan bebekler, solunum, mide-barsak, böbrek ve sinir sistemleri komplikasyonları açısından yüksek risk altındadır. Erken doğmasına rağmen yaşama şansına sahip olan bebeklerin önemli bir bölümünde fiziksel ve zihinsel ciddi sorunlar gelişebilmektedir. Komplikasyonların giderilmesi ve rehabilite edilmesi sırasında oluşan tıbbi bölüm masrafları da oldukça büyük rakamlara ulaşmaktadır.

Yenidoğan yoğun bakım üniteleri bebeğinizin hayatını güvence altına alır

Yenidoğan yoğun bakım üniteleri erken doğan bebeklerde (prematüre) yaşamsal bir önem taşır. Yenidoğan bakım teknikleri geliştikçe, erken doğanların hastalık ve ölüm oranları, önemli ölçüde düşmüştür. Günümüzde, yaşatılabilen ve şu anda 6 yaşında olan en küçük bebeğin doğum ağırlığı 280 gramdır. Ancak ne yazık ki her bebek bu kadar şanslı değildir. Bu nedenle, erken doğumlarda bebeği güvence altına alabilmek için, yenidoğan yoğun bakım merkezlerinin ve bu konuda uzmanlaşmış sağlık personelinin yaygınlaştırılması gerekir.

Erken doğum riskine karşı önlem alın

Erken doğum, yenidoğan döneminin hastalık ve ölümlerinin en önde gelen nedeni olup, zeminde yatan hastalık nedeninin kesin olarak bilinmemesi, yetersiz ve geç teşhis gibi nedenlerden dolayı tedavide her zaman istenen sonuç alınamamaktadır. Erken doğum riskine sahip gebelerin dikkatli olması, beslenmesini düzeltmesi, yorucu ve stresli yaşamdan kaçınması, sigara içimini aza indirgemesi, gerekli tıbbi önlemleri dikkatle uygulaması gerekir. Erken doğum belirtileri başlamışsa en kısa zamanda yenidoğan yoğun bakım imkanlarının bulunduğu bir merkeze başvurulması gerekir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Kan Uyuşmazlığı Nasıl Olur?


Kan Uyuşmazlığı

"Kan uyuşmazlığı" genel kanının aksine, karı koca arasında değil,gebelik döneminde anne ile karnındaki bebeği arasında söz konusu olabilen normal dışı bir durumdur. Hangikan grupları arasında ve nasıl bir uyuşmazlık olduğunu anlatmadan önce kan gruplarını tanımlamak gerekir. Kanımızdaoksijen taşımakla görevli kırmızı kan hücrelerinde bulunan proteinler esas alındığında klasik olarak dört ana kan grubu tanımlanır: "A", "B", "AB" ve "O" grubu .. Bir de "Rh" söz konusudur. Birey, "D" proteinine sahipse Rh pozitif (+), değilse Rh negatif (-) olarak ifade edilir. Rh (-) kişilerin vücudunda D proteini hiç yoktur ve bağışıklık sistemi için tamamen yabancı bir maddedir.

Normal koşullardahamilelik döneminde anne ve bebeğin kanları birbirine karışmadan plasenta (eş) aracılığıyla oksijen,karbondioksit ve besi öğelerinin karşılıklı alışverişi gerçekleştirilir. Anne Rh (-), bebek Rh (+) ise ilk gebelikte herhangi bir sorun olmaz. Bebek doğarken zedelenen damarlardan bir miktar bebek kanı, Rh (-) annenin kanına karışabilir. Böylece annenin bağışıklık sistemi tamamen yabancısı olduğu bir proteinle, "D" proteini ile tanışır ve ona karşı tepki geliştirir. O maddeyi tanımadığı için yok etmek ister. Beyaz kan hücrelerinin D proteinini yok etmek üzere ürettiği -o maddeye özgü- sıvısal maddeleri (antikorlar) kullanarak hedefine ulaşır. Annenin kanında bir tane bile bebek kan hücresi kalmaz, tümü yok edilir. Bu savaş sona erdiğinde geriye "anti-D antikorları" adı verilen sıvısal maddeler ve bunları gereksinim duyulduğunda her an yeniden üretebilecek akıllı beyaz kan hücreleri kalır. İkinci gebelikte çocuk eğer yine Rh (+) kana sahipse annenin kanında hazır bulunan bu sıvısal maddeler (antikorlar) kolayca plasenta (eş) engelini aşarak anne karnındaki bebeğin kanına karışırlar. Bebek kırmızı kan hücreleri yok edilmeye başlanır. Çocuğun kemik iliği, karaciğer ve dalağı yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yenilerini üretir ve eksilen kanı yerine koyar. Bu aşırı kırmızı kan hücresi yıkımı ve yapımı sürecinde "bilirubin" adı verilen ve fazlası zararlı olan bir madde açığa çıkar, bebekten anneye geçer, annenin karaciğeri tarafından yok edilir. Bebeğin karaciğeri henüz bu maddenin tümünü zehirsizleştirebilecek kadar gelişmemiştir. Eğer üretilen kırmızı kan hücresi miktarı yok edilenden az olursa sonuçta bebek ağır bir kansızlığa maruz kalır, hatta ölebilir. Eğer arada bir denge varsa bebek bir ölçüde kansızlıkla doğar veya sağlıklı olarak dünyaya gelir. Sorun asıl o zaman belirginleşir. Çünkü kan hücreleri hala parçalanmakta, yenileri yapılırken gereken maddeler anneden temin edilememekte, çocuk kendi depolarını kullanmaktadır. Üstelik açığa çıkan sarı boyar madde niteliğindeki "bilirubin" bebeğin karaciğeri tarafından yeterince vücuttan uzaklaştırılamamaktadır. Kanda belli bir düzeyi aşan "bilirubin" göz aklarına, cilde ve sonunda asıl zararını gösterdiği beyin ve sinir sistemine yerleşerek yaşamı tehdit etmektedir. Yenidoğan sarılığının ağır şekillerinde, tedavi edilmeyen çocuklarda adalelerin sertleşmesi, zeka geriliği gibi kimi geri dönüşümsüz sinir sistemi bozuklukları meydana gelmektedir.

Yenidoğan sarılığı olan bebeklerde sarı boyar madde "bilirubin"i vücuttan daha kolay uzaklaştırmak için belli bir dalga boyundaki ultra viyole (kızıl berisi) ışınları kullanılmaktadır. Bebeklerin uygun sıcaklık ortamı sağlayan küvöz ya da yataklarda ultra viyole ışığıyla tedavisine "fototerapi" denir. Yeterli olmadığında bebeğim göbek kordonundan takılan bir sistemle, uygun bir Rh (-) kanla "kan değişimi" işlemi gerçekleştirilerek yaşamsal tehlike atlatılır. Geç kalınan durumlarda araz kalması olasıdır. Körlük, şaşılık, sağırlık, felç gibi ..

Mademki kan uyuşmazlığı ve sonuçları bu kadar ağır olabiliyor, o halde Rh (-) anneler için koruyucu bazı önlemler alınması gereklidir. Bir anne adayı eğer Rh (-) kana sahipse, ilk doğum, kürtaj ya da düşüğünden hemen sonra, bebeğinden kendisine o anda geçmiş olabilecek Rh (+) bebek kan hücrelerine karşı annenin bağışıklık sisteminde tepki oluşmadan önce girişimde bulunulmalıdır. Bunun için özel olarak hazırlanmış bir serum vardır: "Anti-D İmmun Globulin". Bu madde doğumdan (ya da düşük veya kürtajdan) hemen sonra anneye kaba etten iğne şeklinde yapılmalıdır. "Anti-D İmmun Globulin" kana karışır, bebekten geçmiş olan Rh (+) kan hücrelerini derhal yok eder. Annenin bağışıklık sistemi ne olduğu anlamadan işlem tamalanır. Bir süre sonra "Anti-D İmmun Globulin" doğal ömrünü tamamlar ve kanda yok olur. Oysa anne kendisi "antikor" geliştirmiş olsaydı bu sıvısal madde uzun süre kanda kalacak, gerekirse onu yeniden üretebilme yeteneği olan beyaz kan hücreleri tarafından eksikliği tamamlanacaktı. Pasif olarak verilmiş olan "Anti-D" için eksikliğin tamamlanması diye bir konu söz konusu değildir. Zamanla yok olan "Anti-D İmmun Globulin" bu sayede annenin sonraki hamileliklerinde çocuk için bir sorun oluşturamaz. Yalnız unutulmaması gereken bir konu bu immun globulinin herbir gebeliğin son bulumunda yeniden uygulanmasının gerekliliğidir. Kan uyuşmazlığı genel olarak ilk bebekte sorun oluşturmaz. Sonraki Rh (-) çocuk için zaten bir problem yoktur.

Rh uygunsuzluğu kadar ağır seyretmese de "kan grupları" arasında da uygunsuzluk söz konusu olabilir. Genellikle annenin "O" bebğin "A", "B" veya "AB" olduğu durumlarda meydana gelir. Farklı mekanizmalarla ama aynı aynı prensiplere dayanan süreçler yaşanır. Fakat daha seyrek olarak yaşamı tehdit eden boyutlara ulaşır.

Sonuç olarak Rh (-) olan annelerin Rh (+) doğabilecek çocukları için önceden hazırlıklı olunmalıdır. Eğer anne ve baba her ikisi de Rh (-) iseler genetik kurallarına göre Rh (+) bebekleri olamaz. Eğer anne Rh (-), bab Rh (+) ise çocuk Rh (-) de olabilir, Rh (+) de. Bu genel bilgi de göz önünde bulundurulmalı, doğum sonrası bebek kan grubu tayin edilmelidir. Anne Rh (-), bebek de Rh (-) ise uygunsuzluk yoktur, anneye anti-D immun globulin yapmak gerekmez. Annenin Rh (+) olduğu durumlarda çocuğun Rh'ı ne olursa olsun Rh uygunsuzluğu olmaz. Eğer anne ve baba her ikisi de "O" grubu kana sahiplerse çocukları mutlaka "O" grubu olur. Bu durumda anne ve bebek arasında grup uygunsuzluğu olamayacağı açıktır. Anne "O", baba "A" ise çocuk "O" veya "A"; anne "O", baba "B" ise çocuk "O" veya "B"; anne "O" baba "AB" ise çocuk "A" veya "B" olur ama "O" veya "AB" olamaz. Annenin "A" ya da "B" olduğu, çocuğun "B" ya da "A" olduğu durumlarda uyuşmazlık nadirdir, hafif seyreder. Ayrıca bazı alt kan grubu uygunsuzluklarında, hatta hiçbir uygunsuzluğun olmadığı kimi sıra dışı durumlarda kan uyuşmazlığıyla benzer klinik tablolar görülebilir, yenidoğan sarılığı meydana gelebilir.

Sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için gebelikte sağlıklı ve düzenli izlem ön koşuldur. Anne baba adayları, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı arasında işbirliği bu sürecin temelini oluşturmaktadır. Uygun bir gebelik yönetimi ve doğuma uzman gözetiminde hazırlık, kan uyuşmazlığı gibi yaşamsal bir sorunun bile kolaylıkla halledilmesini sağlayacaktır.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Yağlı Saçlar İçin Bitkisel Bakım


Yağlı saçlara özel sağlıklı ve doğal bakım maskesi. Eğer saçlarınız çok yağlı ise bu tarifi uygulamanız yağlı saçlarınızın daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır. Bir kaç uygulamadan sonra etkiyi farkedeceksiniz.

Malzemeler:

* 4 adet yumurta,
* 1 fincan gülsuyu,
* 1 fincan biberiye losyonu.

Hazırlanışı ve Kullanımı:

Yumurtaları çırpın. Saça masaj yaparak iyice yedirin. 30 dakika kadar beklettikten sonra saçı biberiye losyonu kattığınız gül suyu ile yıkayın. Saçlarınız canlanacak yağlı görünüm kalmayacaktır.

Yağlı saçlar için doğal bakım önerileri için sorularınızı ve yorumlarınızı bizlerle paylaşabilirsiniz.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Saç Kırıkları İçin Bitkisel Çözüm


Kırılan saçlarınız için sağlıklı ve bitkisel maske tariflerini sunmaya devam ediyoruz. İşte tamamen doğal ve sağlıklı bir maske tarifi daha. Bu tarif hem saç kırıklarını önlüyor hemde saçlara canlılık katıyor.

Saç kırıklarınızı önlemek için maske tarifi malzemeleri ve hazırlanışı

Malzemeler:

* Hindistancevizi yağı
* Misket limonu suyu

Yapılışı:
Haftada iki kez, misket limonu suyuyla karıştırdığınız hindistancevizi yağını saçlarınıza sürün.

Saç kırıkları için bitkisel maske konusu hakkında yorumlarınızı bekliyoruz.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Egzersizle Kas Sertlestirmek

Sürekli ve programlı olarak yapılan egzersizler ve sağlıklı belenmekle gerekli dinlenme dönemine maruz kalan kas hücreleri, hipertrofik bir gelişme izler. Kas protein sentezinde bir düzelme ve bu proteinlerin kaslara etki etmesi, kasların gelişmesini sağlayan bir etki yaratır.

Aktin ve miyosin miktarındaki artış, daha şiddetli güç vuruşlarına eşlik ettiği için vücuttaki kaslar daha şiddetli kasılır. Kas gücünün geliştirilmesinde sinirsel bağlantılar önemli bir yere sahiptir. Sinirsel bağlantılar daha fazla kas hücresinin harekete geçme yeteneğini gösterir.

Ne kadar fazla kas hücresi faaliyete geçerse, o kadar fazla güç vuruşu meydana gelir. Devamlı ve programlı bir şekilde yapılan egzersiz, kas kuvvetini yükseltme bağlamında, sinir ve kaslarda değişikliklere neden olur.

Bilinçsizce ve ısınmadan yapılan egzersiz kaslarda yırtılmaya neden olur. Isınan kas daha fazla gerilebilir ve bunu ötesinde daha hızlı kasılabilir. Isınma, andürans, dayanıklılık, sürat, sıçrama, esneme, kuvvet yeteneği gibi unsurları arttırır. Soğuk bir kas ise nispi alarak serttir ve ani esneme, hızlı hareketlerin neden olduğu gerilimi arttırır.

Kasın elastiki unsurları, dış gerilimlere uyumu sağlanmadığında ise kas kopacaktır.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Hamile ve Emzirme Yastigi Özellikleri




Hamilelik doneminde en onemli sorunlardan birisi yatis pozsiyonudur. Anne adaylari bu sorunla basa cikmak icin simdi daha sanslilar cunku artik hamile yastigi yatarken cok buyuk kolaylik sagliyacak sizlere. Ayrica hamilelik sonrasinda emzirme yasigi olarakta kullabileceginiz Shuma hamile ve emzirme yastigi ile ilgili tum detaylar yazimizin devaminda sizlerle.

Hamilelik, kadın vücudunu zorlayan ve günlük hayatını değiştiren bir olay. Bu dönemde uyku düzensizliği ve bunun neden olduğu fiziksel rahatsızlıklar ortaya çıkar. Gece uykuları bölünür çünkü büyüyen karın bedenin rahat hareket etmesine engel olur.

Sürekli yan yatmak zorunda kalmak sıkıcı ve zor olabilir. Bu durumda belin ve sırtın hatta boyun ve omuzlar dahil olmak üzere tüm vücudun boşluklar nedeniyle ağrıması söz konusu olabilir. Oluşan ağrı ve sancılar uykusuzluğu iyice arttırarak ciddi anlamda uykusuzluklara neden olabilir. Anne ve bebek sağlığı açısından son derece rahatsız edici bu durum aslında çok sağlıksızdır.

Shuma hamile yastığı anne adaylarının destek alabileceği bir yardımcı olabilir. Vücuda uyumlu yapılarıyla ağrıların ve sancıların oluşmasına engel olur. Rahat uyuyabilmesini sağlar. Doğal olarak vücutta artan basınçların verdiği rahatsızlık artık bir eziyet olmaktan çıkar.

Shuma gebe yastığı kişiye göre değişen uyku alışkanlıklarına uygun olarak farklı şekillerde tasarlandı. Dreamy, Comfy ve buna ek olarak ta yan destek yastığı Shuma ürünleri çok pratik yastıklarla uyku hamilelik problemlerine çözüm getiriyor.
Dreamy Hamile Yastığı

Tüm vücut düşünülerek tasarlanmıştır ve tam anlamı ile vücuda destek sağlar. C şeklinde ki yapısı vücuttaki her boşluğu dolduracak şekilde dizayn edilmiştir. Düzensiz uykulardan kurtulabilir ve rahat bir hamilelik dönemi geçirebilirsiniz.


Dreamy Hamile Yastığını Nasıl Kullanabiliriz?

Mide, bel ve sırt bölgesini destekleyebilirsiniz.

Baş, boyun ve omuz bölgesinin her zaman rahat olmasını sağlar.

Kalçayı yükseltir ve bacakların uzanışını düzenler.

Bebekler için emzirme ya da büyüme döneminde faydalı olabilir.


Dreamy Hamile Yastığı Sağlıklı mı ve Yıkanabilir mi?

Dreamy yastık, %100 elyaftan, beyaz kılıfı da%100 pamuklu terletmeyen kumaşlardan üretilmiştir. 150 x 63 x 18 ebatlarında ve 1,8 Kg. ağırlığındadır. Yıkanabilir ve antialerjiktir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Unutulan Kis Yiyecekleri ve Faydalari


Kırmızıturp, kan portakalı, soya fasulyesi, lahana, kestane, enginar, hurma, kıvırcık, kızılcık.
Şimdi bu faydalı besinlerin özelliklerini öğrenelim;

Kırmızıturp: Güçlü bir C vitamini deposu olan turplar kütür kütür bir yapıya sahiptir ve hafif tatlı bir tada sahiptir. Biraz tuz ve şekerle pişirin, diğer sebzelerle de kızartabilirsiniz. Soya sosu ile tamamlayabilirsiniz.

Kan Portakalı: Keskin kokulu bir turunçgil meyvesidir. Kış salatalarında, tatlılarda ve içeceklerde kullanılır. Güçlü bir lif ve C vitamini kaynağıdır. Muhteşem bir kızıl renk verir.

Soya Fasulyesi: Kızartıp diğer besinlerle tüketebilirsiniz. Düşük kalorili, bolca C ve K vitamini içerir. Makarnada kullanıldığında müthiş bir uyum sağlar. Buzdolabında fazla tutmayın, alır almaz kısa bir sürede pişirip tüketin.

Lahana: Göbek salata ile lahanayı karıştırmayın. Tek bir yaprağında bile bolca C, K vitaminleri ve lif bulunur. Detoksta kullanılır.

Kestane: Tatlısı da olur, haşlanarak da yenir. C vitamini bakımından zengindir.

Enginar: Taze ve mevsiminde enginar lezzetli ve sağlıklıdır. Zengin lif, folik asit ve C vitamini içerir.

Hurma: Tatlı bir meyvedir. Peltemsi ve toktur. Lif ve C vitamini içerir.

Kıvırcık: Çoğu yemeğin yanına uyar ve salatalarda kullanılır. Kalsiyum, A,C ve K vitamini içerir.

Kızılcık: Tatlı, şerbet, reçel gibi yerlerde kullanabilir. Enfeksiyonlara karşı korur, kolesterol dostudur ve C vitamini bakımından zengindir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Çocuklarda Soğuk Algınlığı ve Tedavisi

Alman kanunlarına göre düzenlenen modern bitkisel ilaçlar çocuklarda farklı uygulanır. Çocuklar yetişkinlerin küçük hali değildir, gelişme halinde olan bir varlıktır. Bu nedenle çocuklarda kullanılacak bitkiler, gelişimi engellemeyecek ve zararlı olmayacak şekilde özenle seçilmiştir, bu arada tadı ve kokusu da dikkate alınmıştır.
Pratikte hekimlerin tavsiye ettikleri bazı karışımlar burada belirtilmektedir.

Grip çayı
Söğüt kabuğu 30 gr
Ihlamur çiçeği 40 gr
Papatya çiçeği 10 gr
Keçisakalı 10 gr
Turunç kabuğu 10 gr

Bu çay terletici ve ateş düşürücüdür. 1 yemek kaşığı karışımın üzerine 150 ml kaynar su ilave edilir, ağzı kapalı olarak 10 dakika demlenir, süzülür. Günde 3-4 defa birer fincan mümkün olduğunca sıcak olarak içilir.


Terletme çayı
Ihlamur çiçeği 80 gr
Nane 20 gr

Bu çay ateş düşürücüdür. 1 yaşından itibaren çocuklarda kullanılabilir. 1 çay kaşığı karışımın üzerine 150 ml kaynar su ilave edilir, ağzı kapalı olarak 10 dakika demlenir, süzülür. Günde çok defa çayı taze hazırlanarak birer fincan mümkün olduğunca sıcak olarak içilir, çocuğun üzeri sıkıca örtülür.

Terletme çayı
Ihlamur çiçeği 70 gr
Keçisakalı 10 gr
Nane 15 gr
Turunç kabuğu 5 gr

Bu çay terletici ve ateş düşürücüdür. 1-4 yaş arası 1 çay kaşığı, 4 yaşından itibaren 1 yemek kaşığı karışımın üzerine 1 fincan (150 ml) kaynar su ilave edilir, ağzı kapalı olarak 10 dakika demlenir, süzülür. Günde bir defa 1,5-2 fincan mümkün olduğunca sıcak olarak içilir, çocuğun üzeri sıkıca örtülür.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Saç Ekimi Ve Saç Sağlığı

Saç Mezoterepisinde Kullanılan İlaçlar
İntravenöz, intramüsküler, subkutan, intradermal uygulanabilen ilaçların hepsi mezoterapide kullanılabilir. İçerisinde propilen glikol hariç yağlı maddelerden hazırlanan ilaçlar mezoterapide kullanılamaz. 
Mezoterapide doğru ve güvenilir ürünlerin seçimine gereken önem verilmelidir. İlaçları ve kombinasyonlarını seçerken aşağıdaki maddelere uyulması gereklidir.
Kullanılan İlaçlarda Nelere Dikkat Edilmelidir?
Bu ilaçların özelliklerini içinde olması gerekenler ile olmaması gerekenleri bilmemiz gereklidir. Bunun için nelere dikkat etmemiz gerekğini aşağıdaki gibi açıklayabilirim:
Mezoterapi ilacında uyulması gerekli özellikler nelerdir?
• Hidrosolubl olmalıdır.
• Yağlı bir solüsyon olmamalıdır.
• Uygun bir PH da ve izotonik olmalıdır. (pH 5.55)
• Subepidermal seviyede tolere edilebilmelidir.
• Allerjen olmamalıdır.
• Fiziksel ve kimyasal oarak uygun olmalıdır.
• Etkisi ve yan etkisi tanımlanmış olmalıdır.
• Sinerjik etkili olmalıdır.
• Birbirlerinin etkilerini azaltmamalıdır.
İlaçta Olan Bileşenlerin Görevleri Nelerdir?
• Prokain: Lokal anestetiktir. Damar genişelticie tkisi vardır. Suda eriyebilir. Mezoterapide kullaılan diğer ilaçların emilimini arttırır. % 1 ve %2 lik formları mevcuttur.
• Fonzilan (Buflomedil): Damar genişletici etkisi vardır. Özellikle sigara içenlerde yararlı olur.
• X-ADN : Soman sütünden elde edilen insan DNA’sına çok benzeyen bir DNA’dır. İçeriğinde B vitamini kompleksi bulunmaktadır. Damarsal ve hücresel etki gösterir. Güçlü bir nemlendiricidir. Mikrokan dolaşımını arttırır. Güneş ışığı sigara e oksidatif stresler sonucunda oluşan doku hasarlarında, dokuyu yenileyici etkisi vardır. Vitamin E ile sinerjik etki gösterir.
• Konjonktil (organik silisyum) : Antioksidandır. Kolajen ve elastin dokunun rejenerasyonunu sağlar.
• Gingko biloba: Doku yenilemesi için kullanılır. Serbest radikallerin üretimini azaltarak antioksidan etki yapar.
• B1 VİTAMİNİ ( TİAMİN) : Mikrosirkülasyonu arttırır. 
• B2 VİTAMİNİ ( NİKOTİNİK ASİT): Dokunun oksijen kullanımını ayarlar.
• B3 VİTAMİNİ ( NİKOTİNİK ASİT) :Hücrelerde enerji salınımını düzenler ve kan dolaşımını artırır.
• B5 (PANTOTENİK ASİT) : Epitelizandır. Sağlıklı deri oluşumunda yardımcıdır. Saçların grileşmesini önler. 
• B6 (PRİDOKSİN): Bağışıklık sistemi için yardımcıdır.
• B7 (BİOTİN) 
• VİTAMİN C : antioksidan etkilidir.
• VİTAMİN E : antioksidan etkilidir.
• GLİKOZAMİNOGLİKANLAR: Kolejen dokuyu destekler. 
• MİNOKSİDİL: Lokal damar genişletici etkisi vardır. Kılın anagen faz süresi uzatır. Kıl folikülünde yer alan hücrelerde çoğalma yapar. Dermiste androjen metabolizmasını değiştirir.
• FİNASTERİD: 5 Alfa redüktaz enzimi bloke eder. Testesteronun dihidrotestesterona dönüşümünü engeller.
• DUTASTERİD : Finasterid gibi etki eder.

Dr. Serkan AYGIN | Dermatolog - Cilt Uzmanı
Med Saç Ekim Merkezi | serkanaygin@medhairklinik.com
Mecidiyeköy | İstanbul | (0212) 288 0420 | 0212 288 0536

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Ses Hastalığı Nedir? Ses Hastalığının Tedavisi

Akut Viral Larenjit: 
Genelikle burun, paranazal sinüsler ve farenksteki akut bir infeksiyona sekonder olarak ortaya çıkar. Damlacık yolu ile bulaşır ve en sık adeno virüs ile influenza virüs sebeptir. İklim değişiklikleri, vücut direncinin düşmesi, fiziksel veya psikolojik stres olayı başlatabilir. Temel şikayetler ses kısıklığı ve gırtlakta ağrı ve rahatsızlıktır. Bu şikayetlere çoğu zaman öksürük de eşlik etmektedir. Ses tamamen kaybolmaz, ancak kaba bir ses vardır. Muayenede ses tellerinin beyaz görünümünü kaybettiği ve şiştiği gözlenir. Tedavide ses istirahati, buhar inhalasyonu, soğuk, sigara ve alkolün yasaklanması gibi destekleyici bir tedavi uygulanır. Koyu ya da pürülan bir mukusun bulunuşu daha agresif bir tedaviyi gerektiren bakteriyel bir infeksiyonu gösterir. Bu durumda tedaviye antbiyotikle birlikte mukolitik ajanlar ilave edilmelidir. Bu tedavi ile akut larenjitler birkaç gün içerisinde düzelir. 

Kronik Larenjit: 
Asıl sebebi bulmak genellikle zordur. Sigara, pürülan sinüzit ve diğer solunum yolu infeksiyonları, endüstriyel gaz ve dumanlar, larengofarengeal reflü, sesin kötü kullanımı ve ağız solunumu irritasyon nedeni olabilir. Alkol de ses tellerinde ödem ve kanamanın daha kolay oluşmasına yol açar. Hastalar ses kısıklığı ve hafif öksürükten şikayetçidir. Bu şikayetler sinsi başlayabileceği gibi bazen de bir üst solunum yolu infeksiyonu sonucu sürekli hale gelebilir. Muayenede ses telleri beyaz renklerini kaybetmiş, pembe ve kırmızı bir renk aldığı görülür. Gırtlak mukozası pürüzsüz ve düzenli ise biyopsi yapılmamalı, hasta yakın takip edilmelidir. Bu durumda ses istirahati, sigara ve alkol yasağı ve uygun medikal tedavi ile tamamen iyileşme sağlanabilir. Ancak ses telleri üzerinde lökoplaki veya keratoza ait beyaz lekeler bulunuyorsa mutlaka biyopsi uygulanmalıdır. Biyopsi sonucuna göre de tedavi protokolü düzenlenmelidir.

Vokal Nodül 
Vokal nodüller, ses telinin mukozal lezyonlar içerisinde erişkin ve çocuklarda görülen en sık ses kısıklığı nedenidir. Genç kadınlarda ve erkek çocuklarda daha sık rastlanır. Sesini profesyönel olarak kullanan kişilerde (sanatçı, öğretmen, santral operatörü) diğer meslek gruplarına oranla daha sık görülür. Fonasyon (ses çıkarma işlemi) sırasında vokal kıvrımların 2/3 ön kısmını içeren membranöz kıvrım titreşime katılırken, aritenoidin vokal proçesinin oluşturduğu ve rijit oaln vokal kıvrımın 1/3 arka kısmı glottik açıklığın kapanmasını sağlar. Titreşim sırasında videostroboskopi ile vokal kıvrımın mukozal diinamiği incelendiğinde, her bir siklustakıvrımın mukozal yüzeylerini karşılıklı olarak birbirleriyle çarpıştığı gözlenir. Tireşim çok güçlü veya çok uzun sürdüğü zaman, vokal kıvrımın membranöz veya titreşen kısmının orta bölümünde ödem ile birlikte lokalize vasküler konjesyon gelişir. Vokal kıvrımı etileyen bu faktörlerin tipine ve şiddetine bağlı olarak subepitelyal alanda gelişen bu ödem, zamanında alınan önlem ve tedavilerle gerileyebilir. Ödemi olşuturan sebeplerin devamlılığı halinde ise mevcut ödem bölgesinde hiyalinizasyonve organizasyon meydana gelir. Bu kronik ödem bazen nodüle dönüşmeksizin vokal kıvrımın yaygın ödemi olarak devam edebilir veya vokal polip haline dönüşebilir. Erken veya yumuşak nodül deyimi esas olarak sıvı birikim safhasıdır ve tıbbi tedavi ve ses terapisinin çok etkili olduğu safhadır. Tedaviye düzenli bir şekilde devam etmeyen kişilerde ödemin organizasyonu sürecinde depozitler birikir ve genellikle aşırı fonasyonun kesilmesiyle bile düzelmeyecek matür veya fibrotik nodül meydana gelir. Fibrotik nodülün sınırları daha belirgindir ve şekli de yuvarlaktır. Renk olarak hemorajik görünüm kaybolmuş ve soluk renktedir. 

Vokal nodülü olan çocuklar genellikle aktif ve yüksek sesle konuşurlar. Profesyönel olarak sesini kullananlarda fibrotik nodül veya akut ödem geliştiğinde, bu kişiler özellikle yüksek notalarda genişliğin azalması, nefes almada artış, sesteki esnekliğin kaybolması ve kabalaşmadan şikayet ederler. Uzun süreli ses kullanımda ise boynun ön kısmında yorgunluk ve ağrı hissi de yakınmalarına eklenir. Vokal nodül varlığında ses genellikle kısık, kaba, çatallı veya hafifçe eforlu bir tarzdadır. Yapılan endoskopik muayenede vokal kıvrımların 1/3 ön kısmında her iki tarafta görülen kabarıklıkla teşhis edilirler. Ses kullanımındaki bozukluğun şiddetine ve süresine bağlı olarak nodüllerin boyu, şekli, rengi veya simetrik olup olmaması değişkenlik gösterir. 

Medikal tedavi tüm vücudun hidrasyonunu sağlayarak larengela mukozal yüzeylerde kayganlığın oluşturulması esasına dayanır. Özellikle sesin zorlanması ile oluşan nodüllerde ses terapisi tedavinin can alıcı seçeneğidir. Nodül başlangıcında çoğu zaman ses terapisi tek başına nodülün tamamen gerilemesi veya nodülün varlığına rağmen şikayetlerin azalması ile sonuçlanabilir. Cerrahi endikasyon konulması ile belli bir zaman süresince uygulanan medikal ve ses terapisine rağmen iyileşmeyen hastalarda düşünülür. Cerrahi planlanan hastalarda mümkünse ses terapisine cerrahi öncesinde başlanmalı ve sonrasında da devam ettirilmelidir. Cerrahi mikrolarengoskopik yöntemle ve soğuk cerrahi ile yapılmalıdır. Mümkün olduğunca nodül cerrahisinde lazerden termal etkisi nedeni ile kaçınılmalıdır. 

Vokal Polip 
Bu tip lezyonlar özellikle sesini zaman zaman ani bir şekilde yükselterek veya bağırarak konuşan ve gürültülü ortamlarda çalışanlarda gözlenir. Patolojinin vokal kıvrımın içerisindeki kapiller damarların yırtılması ile başladığı düşünülmektedir. Kanındamar dışına çıkmasını takiben ödem gelişir. Eğer vokal kıvrım bu esnada yeterli derecede korunarak istirahat ettirilmez ise bu oluşan hemorajik polip organize olmaya başlar. Vokal polipler fuziform, pediküllü ve yaygın olmak üzere 3 klinik tipe ayrılır. Anamnezde (hikayede) aşırı bir vokal eforu takiben hemen gelişen ve devam eden ses kısıklığı, polipli hastalar için klasiktir. Larengoskopide vokal kıvrımın tıpkı nodüllerde olduğu gibi 1/3 ön kısmında saptanır. Nodüllere nazaran daha büyüktürler, ancak simetrik değillerdir. Erken safhalarda siyahımsı ve hemorajik bir görünüm mevcuttur. Fonasyon sırasında vokal kıvrımların birbirine yaklaşması ile polip yukarı doğru vokal kıvrımın üst yüzeyine hareket eder. Özellikle saplı uzun polipler solunum sırasında vokal kıvrımların altına ve üstüne hareket ederler. 

Tedavide mikrolarengoskopik yöntemle soğuk cerrahi veya bazen damarsal yapıdan dolayı) lazer kullanılır. 

Reinke Ödemi (Polipoid Dejenerasyon): 
Reinke ödemi, vokal kıvrımın lamina propriasında (epitelin hemen altındaki yüzeyel tabakada) yaygın bir şeklide sıvı toplanmasıdır. Genellikle vokal kıvrımlar iki taraflı olarak tutulur. Sesini kötü kullananlarda ve kronik sigara alışkanlığı olanlarda sık gözlenir. Vokal kıvrımların sürekli irrite olduğu öksürük ve kronik boğaz temizleme alışkanlığı olan reflü hastalarında da sık görülür. Potansiyel boşlukta gelişen bu ödemin hipotiroidiye bağlı bir miksödem olabileceği de düşünülerek gerekli hormonal testler yapılmalıdır. 

Sesin kronik zorlanması sonucunda ödem gelişir. Bu patolojik değişikliklere bağlı olarak vokal kıvrımda kalıcı yaygın polipoid dejenerasyon oluşur ve subepitelyal ödem sesin kullanımına bağlı olarak artıp azalabilir. Larengoskopide vokal kıvrımlar simetrik, donuk renkli, vokal kıvrımların kenarına tutunmuş su torbası gibi bir görünüm mevcuttur. Bazen bu ödem hava yolunu tıkayacak kadar yaygın olabilir. Vokal kıvrımların hacim ve ağırlıkları arttığından, frekans (saniyedeki titreşim sayısı) azalır ve ses kalınlaşır. Hastaların sesi kaba, çatallanmış ve kalındır. Sesin kalınlaşması özellikle bayan hastalar için günlük hayatta sıkıntı yaratmaktadır. 

Erken ya da organize olmamış ödemlerde veya yumuşak polipoid oluşumlarda hastalar, medikal tedavi, ses terapisi ve irritan maddelerin kısıtlanması ile tedavi edilebilir. Bu tedaviye rağmen şikayetlerin devamlılığında cerrahi yapılmalıdır. Cerrahide soğuk cerrahinin yanısıra lazer de kesi yapılırken kullanılabilir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Kadınların Adet Dönemleri için Öneriler

Adet hakkında sıkça sorulan sorularla detaylı bilgiler; 
Siklus nedir?:İki adet arasında geçen süreye; yani bir kanamanın ilk gününden, sonraki kanamanın ilk gününe kadar geçen süreye sklus ya da periyot denir.Genel olarak 28 gündür. Tabi ki bu kaba bir ortalamadır ve kadınların adet süreleri büyük ölçüde değişir.İdeal sürenin 28 ± 7 gün olduğu en az 21 en fazla 35 gün olması normal kabul edilir.

Yumurtlama ne zaman olur?:
Siz ister 26 günde bir adet görün, ister 30 günde bir;corpus lüteumun (corpus lüteum;folikül çatlayıp yumurtlama gerçekleşince kalan folikül kalıntısı,sarı cisim) ömrü,gebe kalmadığınız sürece; tüm kadınlarda aynıdır.Hep 14 gündür.
Buradan yola çıkarak yumurtlama zamanınızı saptayabilirsiniz.

Örnek:En son adet tarihinizden 30 gün sonra adet gördüyseniz, 30-14 =16
demek ki sizin yumurtlamanız, sklusunuzun 16. gününde gerçekleşiyor.
Eğer 26 günde bir adet görüyorsanız 26-14=12 ,12. günde yumurtlamanız gerçekleşiyor demektir.

Adet kanaması ne kadar sürer?:
Ortalama menstüral kanama süresi de 5 ± 3 gün olarak kabul edilmektedir. Yani en az 2 gün, en fazla 8 gün süren adet kanaması normal sınırlar içindedir.

Ne kadar kan kaybedilir?:
Adet kanaması esnasında 20 ile 80 mililitre arasında miktarda kan kaybedilir.Basitce üç ile beş pet normal kabul edilmektedir.Bu miktarın altı ya da üstü sorun olduğunu gösterebilir.

Adet düzenini bozan etkenler:-Üzüntü
-Stress
-Kan Hastalıkları
-Kanserler
-Enfeksiyon
-Hormonal problemler
-Tümörler
-Doğum kontrol hapı gibi hormon haplarının yanlış kullanımı
-Spiral
-Tiroid hastalıkları gibi bir çok neden adet düzenini bozabilir.

Ne zaman doktora gidilmeli?

-İdeal olan her kadının düzenli olarak 6 ayda bir jinekoloğa gitmesi ve bazı testleri düzenli olarak yaptırmasıdır.Bu takip,özellikle kanser,tespit ve erken teşhisi için çok önemlidir.

-İki adet arasında geçen sürede normal dışı bir değişiklik olduysa,

-Ara kanmalarınız oluyorsa,

-Kanamalarınız çok uzun ya da kısa sürüyorsa ya da olmuyorsa.

-Ağrı ya da geriliminizde bir değişiklik varsa

En kısa sürede doktora gitmelisiniz.

Premenstrüel(adet öncesi) gerilim nedir?
Siklusun ikinci yarısında,menstrüasyondan, 2-10 gün önce bazı kadınlarda görülen değişik semptomların hepsine birden ?premenstrüel gerilim sendromu? denir.Kadınların %30-50 sinde görülür.Gerçek nedeni bilinmemekle birlikte su-tuz dengesizlikleri ve hormonal değişimlerin buna neden olduğu düşünülmektedir.Premenstrüel gerilim belirtileri kanamanın başlamasıyla son bulur.
Bulgular kadından kadına değişmekle birlikte klinik olarak 5 grupta incelenebilir.
-Davranış Belirtileri:Sinirlilik,öfke,heyecan,panik,nedensiz uyku bozukluğu,yorgunluk, depresyon,sexüel arzularda artış,dikkatsizlik,suça ve intihara yöenlme,zihnini toplayamama.
-Nörolojik Belirtiler:Başağrısı,migrenkol ve bacaklarda kuvvet azlığı,epileptik krizlerde artış. 

-Solunumsal Belirtiler:Astım,ses kısıklığı,alerjik rinit.

-Mide Barsak Belirtileri:Bulantı,kusma,iştah artışı ya da azlığı,karında yaygın yağlanma,kabızlık.

-Diğer Belirtiler:Ödem,sırt ağrısı,kilo alma,kasıklarda ve karında ağrı,ağırlık hissi,genital bölgede ödem ve kaşıntı,ağız ve genital bölgede yaralar ve ciltte akne.

Bu, kadın için oldukça ciddi ve rahatsız edici olabilen bir dönemdir.Bazı ülkelerde kadınların bu özel durumu için hukuki düzenlemeler bile yapılmıştır.Eğer kadın bir suçu premenstrüel dönemde işlediyse,bu hafifletici neden sayılmaktadır.

Premenstrüel gerilim tedavisi:
-Tuz,alkol,kahve,çay ve sigara kısıtlanır.
-Sklisun ikinci yarısında diüretikler verilir.
-Yeterli uyku ve dinlenme sağlanır.
-Stresi gidermek için,hafif gevşetici ilaçlar önerilir.
-Düzenli egzersiz,yürüyüş,yüzme,bisiklete binme gibi sporlar bu dönem için rahatlatıcı bir zemin hazırlar.
-B6 ve ağrı kesiciler verilebilir.
-Yüksek protein içeren taze besinlerle,sebze meyve ve kalsiyumdan zengin diyetler yararlıdır.
-Premenstrüel gerilim hastalıklı bir hal aldığında psikoterapi gerekebilir.

Adette yaşanan rahatsızlıklar:

Genel olarak bir çok kadında görülen adet dönemi belli başlı problemleri şunlardır:
-Bel ve sırt ağrısı
-Karında gerginlik
-Baş ağrısı
-Bulantı
-Sinirlilik,uyuşukluk
-Göğüslerde gerginlik,dolgunluk

Öneriler:
-Ağrınız varsa çok kuvvetli olmayan ağrı kesiciler alabilirsiniz
-Stressiz ortamlarda bulunun
-Uykunuza ve yeterince dinlenmeye özen gösterin
-Karnınıza ve belinize sıcak uygulama yapabilirsiniz

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Yeni Doğan Bebeklerin Kusma Nedenleri

Yeni doğan bir bebek için, hatta daha büyük bebekler için bile beslenme sonrasında bir miktar besini dışarı çıkarmak az rastlanan şey değildir.

"Çıkarma" (yenen gıdaların çıkarılması), bebeğin ağzından küçük miktarda sütün dışarı çıkmasıdır, çıkarma, kusma ile karıştırılmamalıdır. Kusma esnasında bebeğin midesindeki her şey güçlü bir şekilde ağızdan dışarı çıkarılmaktadır.

Kimi yeni doğmuş bebekler her beslenme sonrası yedikleri gıdanın bir miktarını çıkarırlar, kimi bebekler yalnızca çok nadir aralarla çıkarırlar. Çıkarma çoğu anne babalar için çok sorunlu bir olaydır (çünkü çoğu anne baba, omuzlarında bir bez olmadan bebeklerini kucaklarına almamaları gerektiğini öğrenmişlerdir; oysa, bu nadiren bir probleme yol açar. Genelikle çocuk 7 aylık ile 12 aylık arasında bir yaşa geldiğinde, yeni bebek oturtulabiliyor ya da hareket edebiliyor ise problem kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Bebeğin yediği gıdaları neden çıkardığı tam olarak bilinmemektedir; bunun sebebi belki de olgunlaşmamış bir sindirim sistemi yüzündendir. Daha büyük çocukların ya da yetişkinlerin aksine küçük bebeğin yemek borusu ile midesinin üst kısmı arasındaki kaslar henüz mide içeriğini aşağı doğru itecek sekide gelişmemiştir. Dolayısıyla, herhangi bir hareket, hatta bebeği yatırmak kadar bir hareket bile ya da sindirim sisteminin kendi tepkisi dolayısıyla beslenme esnasında alman süt dışarı çıkmaktadır.

Bebeğin ağzından çıkan süt genelikle biraz ekşimsidir ve süt pıhtısı içeriyor olabilir. Bu konuda endişelenmeye gerek yoktur; çünkü dışarı çıkarılan süt sindirilme aşamasındadır.

Bebeğiniz yediği gıdaları çıkartıyor ise ne yapmalısınız?

Bazen bebekler midelerindeki gaz yüzünden yedikleri gıdaları çıkartırlar. Bu yüzden beslenme sonrasında bebeğinizi geğirtmek çok önemlidir. Biraz zamanlarını alsa bile, anne ve babalar bebeklerini her beslenme sonrasında geğirtmeye çalışmalıdırlar. Bazı doktorlar bebeklerin mama sandalyesi gibi bir yerde beslenme sonrasında yarım saat kadar dikine oturtulmasını da tavsiye etmektedirler.

Eğer yediği gıdaları çıkaran bir bebeğiniz varsa, bu problem muhtemelen ne yaparsanız yapın devam edecektir. Bebeğiniz sağlıklı olduğu ve kilo almaya devam ettiği sürece doktorunuz bunu önemsemeyecektir; bu sizin için de önemsenmeyecek bir olay olmalıdır.

Bununla beraber, kusmak endişe gerektiren bir olaydır. Yeni doğmuş bir bebek, doğumdan birkaç saat sonra, hafif kan karışmış olarak sümüksü bir sıvı kusar. Bu, genellikle endişe gerektirmeyen bir olaydır. Çünkü bu kan doğum esnasında annedeki kanamanın bebek tarafından yutulması nedeniyle kusmuğa karışmıştır. Kusma genellikle birkaç emzirme sonrasında da ortaya çıkabilir. Bununla beraber, daha fazla sürerse, bu yemek borusu ya da bağırsaklarda daha ayrıntılı bir incelemeyi gerektiren bir engel ya da tıkanıklık yüzünden olabilir.

Kusma ayrıca süte toleranssızlık ya da başka bir hastalığın başlangıç işareti olarak da ortaya çıkabilir.

Bebeğiniz kusarsa ne yapmalı?

Beslenme sonrasında gıdasını çıkarma adetinde olan bazı bebekler günde bir defa gibi sık aralıklarla büyük miktarlarda kusarlar. Bu durumda doktorunuza durumu bildirebilirsiniz; fakat yine de yukarıda söylendiği gibi bebek sağlıklı görünüyor ve kilo almaya devam ediyorsa muhtemelen endişelenecek herhangi bir neden yoktur.

Eğer kusmukta kan ya da yeşil safra varsa bebek derhal tıbbi muayene görmelidir, çünkü böyle bir durum ciddi bir hastalık belirtisi olabilir.

Kusmak kimi zaman bir enfeksiyon belirtisi olabildiği için, aslında hiç çıkartma adetinde olmayan bebeğiniz aniden kusarsa, bebeğin vücut ısısını almalısınız. Eğer vücut ısısı normal ise ve bebeğin davranışları bir anormallik göstermiyorsa muhtemelen her şey yolundadır. Eğer bebek kusmaya devam ederse doktorunuza haber veriniz.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS